Uyku, asılsız hayaller halidir.
Düşmanlık savaşa sebeptir. Heva ve hevese kapılmak demek işin sonunu düşünmemek demektir. Doğrusu, geçen haftaki “Mesih Planı” başlıklı yazımın böylesine ilgi göreceğini tahmin etmemiştim. Özellikle özelden aldığım mesajlarda çok güzel tepkiler vardı. Birde hiç alakası olmadığı halde, Diyarbakır yıldızından, cemaat, asker gibi konulara değinmediğim eleştirileri. Her insanın belirli bir hakkı ve makamı vardır. Hiç kimse yarasından gocunan kişi konumuna düşmek istemez. Her ne kadar yazılması istenilen konudan bahsedilmese de anlıyorum ki muhalif yazılar yazmam isteniyor. Öyle ki ; Amerika Birleşik Devletleri , Lozan Anlatşması’nı tanıyan imzayı atmamış ve dolayısıyla Türkiye’nin sahibi olduğu toprakları hiçbir zaman kabul etmemiş olmasını ve bizim için Sevr Antlaşmasını hala geçerli görmeye çalışmasını anlatmaya çalışmam, bazıları için Diyarbakır’ı yazmadığımdan dolayı değer kazanmıyor. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Georg Bush yönetiminin uygulamaya koyduğu “KRONİK KAOS” tuzağını ortadan kaldırabilecek potansiyele, güce, birikime sahip olan bir ülkedir. “İngilizin çizdiği sınırlara bekçilik yapanlar ve yükledikleri misyonu sürdürenler bizim için iç düşmandır. Bu ülkenin ve milletin haysiyeti, zorbalıkla elimizden alınan her şeyimizi tekrar almak ve 1877, 1911, 1912 ve I.Dünya savaşı şehitlerimizin intikamını almak üzerine kuruludur. Haysiyetimiz hala iade edilmemiştir ve davamız işte bu haysiyetin davasıdır.” Diyerek ne kadar yırtınırsak yırtınalım, bazıları için bunlar hiçbir anlam taşımıyorlar. Peki ne yazalım Diyarbakır hakkında diye soruyoruz, onu da bilmiyorlar. Akılları sıra Diyar A.Ş’ ye getirecekler sözü, kendi mantıklarına göre paçalardan yakalayacaklar. Hani diyorlar ya, bu güne kadar yok bomba patladı, yok isyan çıktı, yok bilmem ne oldu diye seyrettiğimiz Diyarbakır. Soralım o zaman, neden seyrediyorsun kardeşim ?. Bu senin içini sızlatan yurtseverlik duygusu ise, 35 yıldır neredeydin diye sormazlar mı sanıyorsun?. 40 Bin masum Can, dikkat et bak, hiç ayrım yapmadan hepsine masum Can dedim. Bas yaygarayı teröristlere de masum dedi diye. Bunların hiç anlamı yok mu sence ?. Hani Başbakan için diyordunuz ya ; Sayın, kelle… Peki senin, benim hepimizin vergilerinden oluşan bir trilyon dolar ne olacak ?. Cemaat askerleri içeri atıyormuş. Hangi cemaatse ve nasıl hükmediyorsa adalete ?. Tamam sırası gelmişken bunu da soralım şimdi. Yaklaşık 34 karakolumuzun bir çoğunda fidan gibi gençlerimizi, Canlarımızı tuzağa düşürenler kimlerdi biliyormusunuz ?. Bir soru sorup bu bahsi kapatacağım, çok basit bir disiplin cezası için, acemi er’in eline, pimi çekilmiş el bombasını veren ve 4 masum Can’ın Şehadetine sebep olan komutan şu anda nerede acaba ?. O gün sizin yurtseverlik duygularınız henüz hayatta değilmiydi ?. Cemaat kimseyi içeri falan attığı yok. O beğenmediğiniz savcılar, hakimler 25 yıl evvel sizin tarafınızdan eğitilen ve bu gün o makamlara gelen devletin savcıları ve hakimleridir bunu hiç düşündünüz mü ?. Gelelim Diyar A.Ş’ye, “Subsidiarity” ; Tabi siz böyle şeylerle ilgilenmediğiniz için o da nedir dersiniz şimdi. 1992 Yılında Avrupa birliği müktesebatında yer alan, demokrasinin, katılımın, şeffaflığın ve israfın önüne geçmek ilkesi, “Subsidiarity” demek olan ve dünyanın hızla gittiği yönetim modelinin adıdır. Diyarbakır belediyesi de bu ilke doğrultusunda Diyar A.Ş’sini kurmuştur. Yani Kartepe A.Ş gibi bir şirket. Cirosundan, hisselerinden sair ekonomisinden de bahsetmenin herhangi bir kıymeti harbiyesi yok. Eğer ortaya pompalanan , “bu şirketin yakın gelecekteki hedefleri borsaya açılmak ve dış kaynaklı sermaye ile bir nevi Kürdistan hisse senedi çıkarmak, Türk halkının parasıyla Kürdistanı finanse etmek” paranoyası kast ediliyorsa ; Bu paragrafı dikkatle okuyanlar paranoyanın cümlenin içinde olduğunu derhal fark edeceklerdir. Bende bu duruma edep ya hu diyeceğim ve bir küçük not düşeceğim, Diyarbakır ve Doğu Anadolu kalkınacak diye sizin ödünüz kopuyor, tüm korkularınız bundan ibaret, yaşam damarlarınız kuruyor. Şimdi geçen hafta , “Engin suların kenarında oturmuş, büyük fahişenin neden yan çizdiğini ve size göre eş başkan, bana göre tekere çomak sokan adamın oyunu bozduğunu ifade etmiştim. Bir hafta sonra geldiğimiz noktaya bakalım, Müslüman kanının oluk oluk aktığı bu coğrafyada, “kimyasal kullanmazsan öldürebilirsin” noktasına gelmiş olabilir miyiz acaba ne dersiniz ?. Dün imece halinde Irak’a saldırıp demokrasi ve insan hakları dağıtanlar, bu gün söz konusu kendi çıkar ve güvenceleri olunca bir seferde kimyasal silahlarla katledilen altı yüz küsür masum bebeğin üzerinden pazarlık yapabiliyorlar, ne acıdır ki sizin yurtseverlik duygularınız, bu durumu Defacto bir durummuş gibi algılayabiliyor. Bir de önerim olacak, Sisi’yi tebrik ettiğiniz gibi yarınlarda esed’i de tebrik etmeyi unutmayın. Shakspeare diyor ki ; “Hiç kimse duymak istemeyen biri kadar sağır olamaz.” Umarım ki günün birinde bu sayfalardan, Engin suların kenarında oturmuş, büyük fahişe ’ye teslim olmayı şerefsizlik addettikleri için harakiri yaparak intihar eden 70 bin Japon’un hikayesini yazmak ihtiyacı hissetmem. Esenlikler Diliyorum. 14.09.2013/Kartepe Sayfaya Geri Dön |
KRONİK KAOS
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)